неделя, 14 април 2024 г.

Eşref Kahraman: “Bulgaristan’a karşı açtığım davayı kazanacağımdan eminim”




Kırcaali Haber’in de bildirdiği gibi Kırcaali Bölge Mahkemesi Belene siyasi mağduru Eşref Kahraman’ın Bulgar devlet kurumlarından 200 000 leva tazminat talebinde bulunduğu şikayet dilekçesini reddetti. Mahkeme merkezi Bursa’da bulunan Balkanlarda Adalet Halklar Kültür ve Dayanışma Derneği (BAHAD) Genel Başkanı Eşref Kahraman’ın Bulgaralaştırma süreci esnasında kendisine verilen manevi zararlar ve sağlık problemleri iddialarının esaslı olmadığına karar verdi. Bununla ilgili Eşref Kahraman ile yaptığımız söyleşiyi dikkatinize sunuyoruz.

-Sayın Eşref, siz Bulgaristan’ın Türklere karşı uygulamış olduğu asimilasyon politikası  mağdurlarından devlete karşı dava açan ilk Türksünüz. Bu karara nasıl vardınız?

- Şimdi anlatacağım. 2003 yılından beri biz dernek olarak Avrupa nezdinde Bulgaristan totaliter rejimin Bulgaristan Türk azınlığına karşı uygulamış olduğu asimilasyon politikasıyla ilgili yoğun çalışmalar yaptık ve başarılı da olduk. Bu davanın neden bugünlerde açıldığını açıklamak istiyorum. Avrupa Konseyi (AK), İnsan Hakları Komiseri Thomas Hamerberg’in Parlamenterler Meclisi’nde tanıttığı raporda Bulgaristan’ın biran önce Bulgarlaştırma süreci mağdurlarının mağduriyetinin gidermesine dair uyardı.  Bulgaristan bu uyarıyı dikkate almadı. Bulgaristan hükümeti, Ceza Kanunu’nun 71,72,73 ve74. maddelerine  göre 1985-1989 yıllarında mağdur olanlara mahkeme açma izni verildiğini belirtti. 2010 yılında AK Parlamenterler Meclisi’nde bir oturum oldu ve derneğimizde Avrupa’dan Sorumlu Başkanımız Şükrü Altay ile biz ona iştirak ettik. Orada eğer yanılmıyorsam, 30 Eylül 2010 tarihli Bulgaristan aleyhine iki karar çıktı. Bulgaristan devleti, asimilasyon politikasından zarara uğrayan Belene mağdurlarını ve siyasi mağdurlarını biran önce tazminatla tanzim etmesi ve asimilasyon politikasında 1989 yılında zorunlu göçle Türkiye’ye gönderilen 150 000 kişinin sosyal haklarını, yani primlerini biran önce Türkiye’ye gönderip, ödemesi hususunda uyarıldı. Ama Bulgaristan gene bunu umursamadı.  Ben de emsal teşkil edecek şekilde bu davayı açmaya karar aldım. Şunu söylemem gerekir ki, burada bazı basın mensupları olayları saptırmışlardır. Çeşitli sorular ortaya atıldı. Ben Türk avukatı tuttum, ama ona yoğun baskı yapıldı ve avukat davadan çekildi. Ondan sonra da Vasil Vasilev’i tuttum.  O, davayı açabilmemiz için İçişleri Bakanlığı’nın (MVR) Dosya Komisyonu tarafından dosyamı açtırmam gerekli oldu. 137 sayfalık dosyamı açtırdım. Orada 1985 yılının aralık ayının sonunda Cebel (Şeyhcuma) yürüyüşlerini benim organize ettiğim ortaya çıktı. Avukatım bana, “Bu yeterli değil. Bir tane temiz belgesi alacaksın”dedi.  Temiz belgesi, Gizli Servis’e çalışmadığımı veya askeri birliklerle iş birliği yapmadığımı gösteriyor. Bunun üzere avukatım dosyam ve Belene’de devletin bana yargısız infaz uyguladığı gerekçesiyle dava açabileceğimi söyledi. 1985 yılında ocak ayının başında bir soruşturma davası başlatılmış benim aleyhime ama beni hapse attıracak her hengi bir suç bulunamadığı için mart ayında kapatılmıştır. Hiçbir mahkeme kararı olmaksızın ben tam 4 yıl, 2 ay Belene’de ve 2 yıl da sürgünde kaldım.

Bu gerekçeyle 2010 yılının sonunda Kırcaali Bölge Mahkemesi’ne başvuruda bulunduk ve mahkeme de bu davayı esastan görüşmeyi kabul etti. Böylece mahkeme benim talebimde haklı bulduğunu göstermiş oldu. İlk duruşma, 2011 yılında 14 mart tarihinde gerçekleşti. Ben duruşmalarda ifade vermek üzere üç kere buraya geldim, gitttim. Son duruşma 2011 yılında 18 Ekim’de oldu. Bir ayda yazılması gereken gerekçeli kararı üç ay bekledik. İvan Kostov’un önergesiyle Bulgaristan Parlamentosu tarafından kabul edilen Türklere karşı yapılan asimilasyonu kınama bildirisi bence bu kararın geç çıkmasına sebep oldu. İktidarda olanlar mahkemeye baskı yaptılar. Avukatım aracılığıyla kararın çıkmaması için sebepleri öğrenmeye çalıştığımızda hep hakimin hasta olduğu sebep olarak gösterildi. Bundan dolayı ben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde açlık grevi  yapacağıma dair bir beyanat yayınladım. Hem de karar çıkmasaydı gerçekten bunu yapacaktım. Neyse, gerekçeli karar çıktı. Kararda 1993 yılında 34 650 leva para aldığım iddia edilmektedir. Bunu mahkemede de iddia ettiler, ama ispatlayamadılar, çünkü böyle bir belge olamaz. Cebel’den, Sofya’dan, başka yerlerden belge istediler, ama böyle bir belge bulamadılar, çünkü ben devletten hiçbir tazminat parası almadım. Benim almadığım para, nasıl ispatlanabilir ki?! Bunun için bu doğrultuda çıkan haberler gerçeği yansıtmıyor. Bu arada Bulgaristan’ı dolandırmaya çalışıyormuşum, bir Bulgaristan vatandaşı olarak devletten 200 000 leva tazminat istemeye utanmıyormuşum şeklinde hakaretlere uğradım. Bunu diyen arkadaşa seslenmek isterim ki, eğer o benim ve arkadaşlarımın Belene ölüm kampında hükümsüz çektiğimiz cezaları bir hafta çekmeye razıysa, ben o arkadaşa bütün mülkümü vermeye hazırım.

-Bulgaristan’ın kabul ettiği asimilasyon politikasını kınama bildirisini nasıl değerlendireceksiniz?

-Son zamanlarda İvan Kostov, bir deklarasyon yayınladı. Ben bunu biraz parlama, formalite birşey olarak kabul ediyorum. Başbakan olduğu sırada Türkiye’ye geldi, Bulgaristan Türkleri tarafından saygıyla karşılandı, onlardan devlet adına Bulgarlaştırma süreci için özür diledi.   

Onun önergesiyle asimilasyon politikasını kınama niteliğinde kabul edilen deklarasyon yeterli değil. Bunun ardından hukuk çalışması gerekiyor. Yani asimilasyon politikasından zarar gören herkes tazminat alma hakkına sahip. (Siz de Bulgar ismi taşıdınız diye tazminat almalısınız). Ben bu deklarasyonun ardında büyük bir oyunun oynandığını düşünüyorum.  Asıl bunu görmek lazım. Bulgaristan, Trakya Bulgarları’nın haklarını Türkiye’den talep etmesi için bu deklarasyonu öne sürecek. Eğer Türkiye bu talebi yerine getirmezse, sözde Ermeni soykırım tasarısı gündeme getirilmesiyle şantaj yapılacaktır. Yani Türkiye karşısında çok büyük bir oyun var. Benim görüşüm böyle.

-İsim değiştirme kampanyasından bu yana sizden başka biri devlete karşı dava açmadı. Sizce neden?

-Benden başka biri devlete karşı dava açmadı, çünkü zaten buna izin verilmedi. Bu Bulgaristan’da asimilasyon politikasına karşı ilk olarak açılan bir dava. Böyle davaların açılması için ilk başta Bulgaristan türk halkı, kamuoyu bir ses duyurmaları gerekiyordu. Bunun başında da bizi parlamentoda temsil eden siyasi güçler durmalıydı. Bu amaçla 2003 yılında Sofya’da makamında Başsavcı’yı ziyaret ettik. O ayaklarını masadan kaldırıp da, bize hoşgeldiniz demeye bile kalkmadı. Yoruma gerek yok.

-1991 yılında Bulgaristan’da 14 000 çocuk Türkçe öğretimi görürken, bugün ulusal çapta ancak 7-8 000 Türk çocuğunun ana dilini okuduğunu görüyoruz. 21 Şubat Uluslararası Ana Dili Günü’nde Kırcaali Türk Kültür ve Sanat Derneği, Güney Bulgaristan’da Türkçe öğretmenlerini bir araya toplayıp,  bir sivil toplum örgütü kurulmasını amaçlıyor. Bununla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

- Bu girişimden dolayı ben Kırcaali Türk Kültür ve Sanat Derneği yönetimine teşekkür etmek istiyorum, başarılı olacağını düşünüyorum. Sırası gelmişken söyleyeyim, bizim isimlerimiz geri verilmedi, çünkü arşivlerde Bulgar isimlerimiz bulunuyor. Türk ismini alamadan ölenler oldu. Türk isimleri kanun üzere iade edilmeli, başvuruda bulunarak değil. İşte yıllarca biz bunun için savaşıyoruz. Buradaki temsilcilerimiz de artık bu yönde çalışmalar yürütmeli.

-Bundan sonra ne yapacaksınız, dava devam edecek mi?

- Bugünlerde Bulgaristan’ın Başsavcısı ile bir görüşmemiz olacak, ona kabul edilen deklarasyondan sonra benimle ilgili hukuki süreci ne zaman başlatmayı düşündüklerini veya düşünmediklerini soracağız. Tabii ki, Filibe İstinaf Mahkemesi’ne aynı taleple başvuracağız. Davayı orada da kazanamazsak, Sofya’da Yüksek Ceza Mahkemesi’ne gidilecek. 14 Mart’ta da hükümetin bu konuda görüşünü almak için Adalet Bakanı ile bir görüşmemiz olacak. Bulgaristan’da davayı kazanamazsak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gideceğiz.

-Kırcaali Haber  aracılığıyla kamuoyuna birşey söylemek ister misiniz?

-İlk baştan Kırcaali Haber’e beni bu davada yalnız bırakmadığı için ekibine ve de sahibi Müzekki Ahmed’e çok teşekkür etmek istiyorum. İktidardakilere sesleniyorum, Bulgaristan’daki Türk azınlığının hak ve özgürlükleri geri verilsin. İlk önce isimleri ve özellikle de Türkçe eğitimi görmeleri şart. Ana dilinde Türkçe eğitim görmeyen bir kişi, ilerde ne uzman olabilir, ne doktor, ne de başka bir yönde başarılı eğitim görebilir. Ana dili eğitimi bir çocuğun temel eğitimidir.

-Son olarak, bu davayı kazanacak mısınız?

- AİHM’de bu davayı kazanacağımdan eminim. Çünkü Bulgaristan Parlamentosu’nun bu deklarasyonu kabul etmesi, AİM’de %50 oranında benim haklı olduğumu destekleyecektir. Bulgaristan hep hatalar yapıyor. Burada bu davaya bakılmayabilirdi. Bu davayı mahkeme esastan görüşmeye aldığı için başlamış oldu. Şimdi artık geri dönüş yok. Zaman aşımı gerekçesiyle davayı kaybedeceğime güvenildi. Fakat dosyanın açılması üzere 5 yıl süreyle  dava açma hakkım var. Biz Bulgaristan’da yaşayan gerek Bulgar, Türk, Pomak, her hangi bir  etnik gruplara karşı kin, nefret besleyemiyoruz. Biz sadece bize karşı uygulanan asimilasyon politikasından dolayı maddi ve manevi tazminat talebinde bulunuyoruz. Suçlular yargılanmalıdır, adalet yerini bulmalıdır.

Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

20 Şubat 2012, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

вторник, 5 март 2024 г.

Edirne Valisi Gökhan Sözer: Türkiye ile Bulgaristan Arasındaki İlişkileri Kültürel Faaliyetlerle Artırabiliriz




Dün akşam Kırcaali Türk Kültür ve Sanat Derneği ve Anadolu Ajansı Bölge Müdürlüğü’nün ortaklaşa düzenledikleri “Ata Yadigarı, Eşsiz Emanet: Edirne” Fotoğraf Sergisi’nin açılışını yapmak üzere Kırcaali’yi ziayerette bulunan Edirne Valisi Gökhan Sözer Kırcaali Haber okuyucuları için kısa bir demeç verdi.

-Sayın Sözer, Kırcaali izlenimlerinizi paylaşır mısınız? 

-Kırcaali, bizim tarih ve gönül bağımız olan bir kenttir. Burada önemli olan da soydaşlarımız var. Hem yakınlıkta coğrafi şartlar itibarıyla, hem de soydaşlarımız itibarıyla Kırcaali Türkiye ile, Edirne ile çok önemli ve yakın bağlar içerisindedir. Tabii ki, bu bağları geliştirmek ve bu ilişkileri sıklaştırmak da bizim görevimizdir. Biz bu ilişkileri artırmak için her türlü sosyal, kültürel, sanatsal etkinlikleri artırmanın gereğine inanıyoruz. Bugün ise, Anadolu Ajansı’nın Edirne ile ilgili bir sergisini burada açmak üzere geldik. Bunun dışında Kırcaali’yi de gezdik, ziyaretlerde, temaslarda da bulunduk. Hem izlenimlerimiz, hem görüşmelerimiz bizi mutlu etmiştir. Ayrıca bu sergi de Edirne ile ilgili çok şey anlatmaktadır. Tabii ki, bir resmin anlattığını bir kişi bir saatte belki de anlatamaz. O nedenle ben Kırcaalili soydaşlarımızın, hemşerilerimizin bu Edirne sergisini özümseyerek, geniş bir zamanda görmelerini tavsiye ederim, hem arzu ederim. Bu ilişkilerin ve temasların kültürel faaliyetlerle artmasını arzu ediyoruz ve bizler bu konuda çaba sarfedeceğiz.  

- Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Azis ile görüşmelerinizi nasıl değerlendireceksiniz? 

-Belediye Başkanımızın, hem soydaş olarak, hem de bir Belediye Başkanı olarak burada çok önemli ve iyi çalışmalarını gördük. Ayrıca bizi de, kendinden bir toplumu da temsil ediyor. Onun çalşmalarına bizim Edirne olarak sağlayabileceğimiz bir katkı varsa, onu muhakkak sağlayacağız. Bizim zaten Kırcaali ile ve Belediye Başkanımız ile de sıcak ilişkilerimiz var. Bunları zaman içerisinde artırarak ilerde de sürdüreceğiz. 

-Yanılmıyorsam, Kırcaali’ye ilk defa geliyor sunuz değil mi?

-Evet, doğru, bugün Kırcaali’ye ilk defa geldim. Bundan dolayı da ilk intibalarım itibarıyla son derece mutlu oldum. İnşallah, Kırcaali’ye daha çok ziyaretlerimiz olacak. Aynı zamanda ziyaretlerimizin karşılığında gerek Başkanımıza, gerek Kırcaalili soydaşlarımıza kapımız Edirne olarak da, Vali olarak da her zaman açık.

Resmiye MÜMÜN

23 Haziran 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

вторник, 27 февруари 2024 г.

HÖH Kırcaali Milletvekili Remzi Osman: Devlet, Sofya Camisine Saldıranları Cezalandırmazsa, Irkçıların Yanındadır

 


- Sayın Osman, Sofya Banyabaşı Camii’nde Cuma namazında aşırı milliyetçi ve ırkçı Ataka partisinin gerçekleştirdiği çatışmayı nasıl değerlendireceksiniz?

-Aşırı milliyetçi ve ırkçı Ataka partisi sempatizanlarının Sofya, Banya
başı Camii’nde Cuma namazında cemaate saldırıları bugünlerde yaşanılan en acı olaylardan biri diyebilirim. Maalesef, bu olay dünyada Bulgaristan ile ilgili haberlerin ve yorumların başında yer alıyor. Yurt dışında insanlar, ülkemizde cami önünde yanan namazlıkları görüyorlar. Bu gerçekten çok kötü, acı bir olaydır. Fakat bundan daha kötü bir durum söz konusu. Ben geçen gün Razgrad (Hazargrad) bölgesinde Demir Baba Tekkesinde yapılan mitingde de söylemiştim, benim korktuğum şu ki, Bulgaristan'da böyle bir olayı alkışlayan bir grubun olmasıdır. İnternet aracılığıyla bu olayı yakından izliyorum, tabii ki, çoğu insanlar Ataka’yı kınıyorlar, ama onları destekleyen şovinist, faşist diyebileceğimiz bir grup mevcut. Bu grup eğer seçmen kazanmak için böyle hareketlerde bulunursa, bu demek ki, Bulgaristan'da bir grup ırkçı var. Bu insanlar azınlıkları kabul etmiyorlar, oysa azınlık nüfusunun sayısı az değil, yani ırkçılar tehlikeli bir ateşle oynuyorlar. Bu da korkutucu bir durumdur. Nasıl oluyor da bir belediye Cuma namazı öncesi caminin etrafında miting yapılmasını müsaade ediyor. Büyük soru bu, kim buna müsaade ediyor? Hoparlörler yüksekmiş, ezan sesi yüksekmiş. Efendim, eğer ezan sesi yüksekse, bu mesele gidip konuşulur, öyle midir, değil midir, anlaşılır. Mesela, kilisenin çanları vurduğu zaman beni hiç rahatsız etmiyor. Eğer beni bu ses rahatsız ediyorsa, gidip bu konuyu görüşürüm cemaatin yöneticileriyle. Ama kilise çanları beni rahatsız etmiyor. Eğer gerçekten, hoparlörlerin sesi yüksekse, cemaatin yönetimiyle görüşülür, acaba imkan var mıdır, yok mudur, sorunu çözmeye değerlendirilir. Fakat hiçbir yerde ibadet zamanında bir Müslümanın baskına uğraması hiçbir zaman kabul edilecek bir şey değil. Elbette ki, bu durumda sabırlı ve soğukkanlı olmak gerekiyor. Bu olayda suçlu olanların cezasını bulmaları için devletin sonuna kadar tüm gücünü kullanması lazım. Şu anda devlet, yani yargı, kanunlara dayanarak bunu yapmazsa, bence bunun ardından ülkemiz için iyi bir şey gelmeyecek. Milletvekili olarak benim yapabileceğim, Bulgaristan içinde ve dışında hareket ederek, bu meseleyi böyle bırakmamak. Hiç kimsenin aklından geçmesin ki, bu şekilde bizi korkutabilecekler. Tip insan olarak bizler, seçmenlerimiz de öyle, biri yanağımıza vurduğu zaman öbürüne de vurmasına izin vermiyoruz. Asla bunu isteyenlerin şansı yoktur.

-Hak ve Özgürlükler Hareketi
, bu olaya karşı nasıl tepki verecek?

-Hak ve Özgürlükler Hareketi'nin
(HÖH) bu olaya karşı çok büyük tepkisi olacak. Tüm devletin kurumları kullanılacak, yargı, yasama, yürütme ve diğer kurumların, yani tüm etkimizi bu meselenin çözümü için kullanacağız. Savcının bu olayı çok ciddi bir şekilde ele almasını isteyeceğiz, çünkü ibadet yerinde namaz sırasında Müslümanların basılması hiçbir yerde duyulmuş bir şey değildir. Bu olayı, Avrupa Parlamentosunda, Avrupa Komisyonunda, Avrupa Konseyinde, uluslararası toplantılarda gündeme getireceğiz. Ben Dışişleri ve Savunma Komisyonu Üyesi olarak çeşitli dış kurumlara gidiyorum. Bu konuyu kesinlikle İslam Konferansında da duyuracağım. Devletin bu olayda sorumlu olan kişilerin cezasını kesmesi gerekiyor. Eğer bu kişilere ceza verilmezse, devletin ırkçıların tarafını aldığını kabul etmek zorunda kalacağız. Zannediyorum ki devlet taraf almaz, çünkü Bulgaristan yargısına inanmak zorundayız. Bakalım, neticede ortaya ne çıkacak. Yargı bütün hükmü cesaretiyle, yani hakimler, savcılar, hep birlikte bu işin üzerine gitmezlerse, bu sorumluluktan kaçıyor demektir. Sorumluluktan kaçan insanların ise, belli başlı bir görevlerde kalmaya hakkı yoktur.

-A
taka’nın bu girişimini devletin desteklediğini mi ima ediyorsunuz?

-Yok, ifademi şöyle açıklayayım. Bulgaristan yasalarına göre
yerel idareler devletin bir parçasıdır. Belediye Yasasına göre bir mitingin olacağını veya olmayacağına kararı belediye yönetimi verir. Bu miting için sorumlu olan Sofya Büyükşehir Belediye Başkanı'nın yardımcısıdır. Kendisi çok iyi tanıdığım (eskiden milletvekiliydi) İvan Sotirov'tur. İşte Ataka’cılar, bu Belediye Başkan Yardımcısının mitingi müsaade ettiğini savunuyorlar. Bir Belediye Başkan Yardımcısı, kim olursa olsun, eğer bir cami dolayında böyle bir mitingin yapılmasına izin veriyorsa, bence bu bilinçli olarak yapılmıştır. Onun için de bu kişi bunun sorumluluğunu taşımak zorundadır. Biraz önce devlet derken, bunu kastetmiştim. Fakat asıl devletten biz başka bir şey istiyoruz. Devlet yerinde bir devlet ise, bu olayın sorumlularından hesap aramak zorundadır. Hem buna izin veren kişi, hem ibadet yerinde Müslümanlara saldıran kişiler cezalarını alıp, hakkın, adaletin, kanunun yerine gelmesi gerekiyor. Bu olayda mutlaka savcının devreye girmesi gerekiyor. Bu olayla ilgili çirkin yorumlar da yapılıyor. Akşam TV'de Başbakan Boyko Borisov'un yorumunu izledim ve onu kabul etmiyorum. Kendisi, "Bu olaydan kimi partiler kar payı çıkarmaya çalışıyorlar" diyor. Bir caminin basıldığı halde, üstelik bizler de Müslüman'ız, susmamızı mı bekliyorlar?! Aynı şekilde bir kilise basılsa, gene aynı tepkiyi vereceğiz. Bir kiliseye bağışta bulunduğumuz zaman alkışlanıyoruz, bir camiye bağışta bulunduğumuzda ise kökten dinci oluyoruz. Tabii ki, böyle bir şey olamaz. Mesela, siyasetçilerin kafasında böyle bir düşünce geziyor. Kırcaali'de ikinci bir caminin temelini atılmasını bekliyoruz. Belediye Başkanı Hasan Azis'in, bugün yarın Prileptsi (Salifler) semtinde yeni bir cami inşaatına başlanılmasına izin vermesini bekliyoruz. Bulgaristan'ın bu bölgesinde nüfusunun yüzde yetmişi Müslüman'sa cami kurulmasının ne sakıncası olabilir. Eğer bir dini örgüt ibadet yeri kurmak isterse, devletin yardımcı olması gerekiyor. Oysa Başbakan, Müslümanlara saldırı yapıldığı zaman, "Ataka ile HÖH seçmen kazanmak için birbirlerini karşı karşıya getiriyorlar" diyor. Bizlere saldırmışlar, elimizi, kolumuzu bağlı mı tutalım ki, bizi dövsünler, camiyi yaksınlar, bizden bu mu bekleniliyor?! Öyle bir şey olmayacak. Hep söylediğimiz bir şey, haklar verilmez, haklar alınır. Millet hakkını savunacak, icap ederse caminin önünde gövdesiyle hakkını savunacak.

-Volen Siderov
, bu tür hareketlerle ne yapmak istiyor?

-Şimdi ben bunu bilemem, onun teknik sekreteri değilim, ama o, ipin ucunu kaçırmış bir insan. Çünkü konuşmalarını dinliyoruz, görüşlerini görüyoruz. Siderov, devletin içinde bir ırkçılık siyaseti yönetiyor. Bütün bunda en acı olay, bu partinin hükümetin koalisyon ortağı olmasıdır. Asıl düşündürücü olay budur zaten. Resmi olarak
Avrupa Birliği (AB) önünde biz ortak değiliz diyorlar, ama nasıl o zaman hükümet ayakta, yüzde 51 oyu yok. ATAKA, açık açığa hükümete ortak. Volen Siderov'un çeşit çeşit konuşmalarını çok yakından takip ediyoruz. O, genelde Türklere ve Müslümanlara karşı konuşuyor, diğer azınlıklara karşı değil. Hareketleri de zaten bunu gösteriyor. Ataka’cılar, kafalarındaki 17. yüzyıla ait bazı görüşleri sahneye koyuyorlar. Bugün 21. yüzyılda olduğumuzun farkında değiller sanki.
Besbelli ki, bu durumda birileri bizden hemen bir tepki bekliyor. Yok, biz sabırlıyız, fakat sabrımızın korkuyla alakası yok. Bundan eminim ki, kimileri Türk ve Müslüman halkının sabrını korku şeklinde yorumlayabilir. Ama öyle bir şey yok. Sabırlı olmak korku değil, sabırlı olmak doğru bir karardır. Elbette biz gereken cevabı vereceğiz. Hiçbir kimsenin bunda şüphesi olmasın. Bunun için Avrupa'nın çeşitli kurumlarına başvuracağız. Başmüftülük krizinde nasıl İslam Konferansı
na kadar erdiysek, aynı şekilde Birleşik Milletler Teşkilatından sonra dünyada ikinci büyük bu örgütün Balkan Sorumlusu olan Genel Başkan Yardımcısına Banyabaşı Camii olayını rapor edeceğim, olup biteni ayrıntılarıyla bildireceğim. Biz bu olayın peşini bırakmazsak, İslam Konferansı da bırakmayacak. Zaten bu olay AB içinde bile büyük tepkilere neden oldu. Bulgaristan'ın dış ülkelerdeki yatırım imajı sarsıldı. Bir Müslümanın camide yüzünün gözünün kana boyandığını gösteren bir resmin dünyada görünmesi Bulgaristan'da etnik bir problem yaşandığını gösteriyor. Bu durumda yabancılar buraya gelip de, on, yirmi, otuz milyon Euro yatırımında bulunmazlar.
Ataka gibi partiler sadece ırkçıları teşkilatlandırmıyor, dışarıdan Bulgaristan'a yatırım gelmesini de engelliyor. Yani bu olay, Bulgaristan'ın ekonomisine de yansıyor. Düşünmek gerekiyor: A
taka, bunu neden yaptı? Arkasında başka bir devletler, başka bir güçler duruyor mu? İşte bunu artık, zaman gösterecek. Bizler bu sorunun cevabini bilmiyoruz, sadece tahmin ediyoruz.


Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

23 Mayıs 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

1 Haziran 2011, Kırcaali Haber Gazetesi

вторник, 20 февруари 2024 г.

Çiftçiler, Alternatif Tarım Olarak Yemişçiliğe ve Hayvan Bakıcılığına Yönelmeli






Kırcaali Belediyesi Tarım Dairesi Başkan Yardımcısı Delço Toçev 32 yıldır çiftçilik sektöründe görev yapmaktadır. Onunla tarım üzere yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz.

-Sayın Toçev, tarımda gördüğünüz en büyük problem nedir?

-Şu anda tarımda en büyük problem insan kaynaklarında. İnsanlarımızın toprak ile bağlantısı kopmuş durumdadır. Bu, gençlerin toprak işlemek istememesinden değil, sektörde ödenişin zayıf olmasından kaynaklanır. Onlar aynı işi yabancı bir ülkede yapmayı tercih ediyorlar. Çünkü bir tütün üreticisi emeğinin karşılığı olarak Bulgaristan ile kıyasla, örneğin Yunanistan'da, kat kat daha fazla para alıyor. Fakat tarım sektöründe en büyük ve en önemli sorun toprak mülkiyetiyle ilgilidir. Bulgaristan hukuk sistemi toprak sahibi olmak isteyen çiftçilere bir sürü engeller yaratıyor. Zorluk, çoğu çiftçilerin toprak sahibi değil de, onların varisleri olduğundan ileri geliyor. Toprak bölük bölük, cılız, tarım üretimi düzenlemek çok zor, hatta imkansız. Üstelik bizim bölgede ise toprak az verimlidir.

-Bu sorun sizce nasıl çözülebilir?

-Bunun için devlet kararı olmalı. Bu yönde bence ilk önce toprak için vergi ödenmesi gerekli. Amaç, toprağı işlemeyen kişinin mülkiyetten vazgeçip devlete vermesidir. İkinci, devlet toprak ve mali araç fonu kurup arazilerini işlemeyen vatandaşların topraklarını almalı. Böylece bu araziler, tarımcılık yapmak isteyenlere verilebilecek. Çiftçilikte üretim araçları çok önemli. Şu anda ise kullanılan tehnoloji çok eski. İnsanların yeni makine ve envanter almaya mali kaynakları yetersiz. Bu da tarımın gelişmesini engelliyor. Bizde tarım hala ilkel düzeyde, yani 50 yıl geriye dönük. Çünkü çiftçinin kullandığı aletler ilkel çağda kullanılan çapa, kazma, kürek, tırpan vs. ve böylece etkili bir üretim gerçekleştirilemez.

-Bölgede alternatif tarım ne yönde gelişebilir?

-Kırcaali bölgesinde çiftçiler alternatif tarım olarak yemişçiliğe yönelmeli. Kiraz, erik, bağ yetiştirmek için uygun topraklar mevcut. Örneğin, Oreşnitsa (Hasımlar) köyü yöresinde altı yıldır çok güzel cins kirazlar yetiştiriliyor. Kirazları satın alan Varna'da bir şirketin sahibi, ülkenin diğer yerlerinde yetiştirilen kirazlardan daha tatlı olduklarını söylüyor. Bu mikrobölgenin özelliklerinden ileri geliyor. Oreşnitsa'da güneş ısıtması görülüyor. Kiraz bizim bölgede perspektifi olan bir yemiş. Aynı zamanda bölgede potansyel olarak eskiden olduğu gibi hayvan bakıcılığı geliştirilebilir. Koyun, keçiye bakılabilir. Sığır bakıcılığı ise bilim açısından yönetilmeli ve öncelikle et yönünde gelişmeli. Çoğu durumda insanlar, hatta Türkiye'de ve başka ülkelerde, burada üretilen etin tadını hissediyorlar ve onun daha kaliteli olduğunu ifade ediyorlar. Etin tadı ve kalitesi burada yetişen ot çeşitliliğinden ileri geliyor. Şu anda insanlar bir iki inekle geçinmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki, köylerde hayvanlar ilkel ahırlarda bakılıyor ve sütte temizliğe erişmek çok güç bir iş. Böylece bölgede üretilen süt temizlik bakımından Avrupa Birliği (AB) standartlarına uymuyor. Kırcaali ilçede sığır beslenen sadece beş çiflik birinci kategori olarak değerlendirildi. Çifliklerde hayvanların sayısına göre, buzdolap olması şart. Sığırcılıkta AB'nin uyguladığı süt kotası açısından sınırlama söz konusu.

-Gençler nasıl tarımı sevebilirler?

-Kırcaali'de Tarım
Koleji ve Tarım Lisesi var. Bu okulları ikmal edenlere öncelik verilip, tarım üretimi yapmalarına imkan sağlanabilir. Çünkü bu gençler tarım okumuşlar ve onu çalışmaya hevesliler. Onlara devlet iş için daha elverişli koşullar yaratması gerekiyor.

-Tütüncülük için ne düşünüyorsunuz?

- Bulgar hükümeti tütün üreticiliğini savunmayı başaramadı. Mesela Yunanistan'a bakarsak, orada koşullar bir başka. Bizde şimdi, Yunanistan'da ve eskiden burada tütüne ödenilen paranın yarısı veriliyor. Tütün üretimi gelişecek, fakat ödeme buna engel olacak. Artık prim ödenmeyecek. İki yıldır hükümet tütün üreticilerini yardımlamaya çalışıyor, onların alternatif üretim bulmalarına çaba gösteriyor. Fakat bence hükümet tütüncüler için yeterince yardım yapmıyor. Tütüncüler şu anda kendi haline bırakılmış ve tütün alan şirketler onlarla neredeyse alay ediyorlar.

Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

27 Nisan 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

4 Mayıs 2011, Kırcaali Haber Gazetesi

сряда, 14 февруари 2024 г.

Şabanali Ahmed: İstinaf Mahkemesi’nin kararı bize hayırlı bir haftada geldi




Dün Sofya İstinaf Mahkemesi kararıyla aylardır gündemi meşgul eden Başmüftülük sorununa son verildi. Nihai ve temyiz edilemez karara göre, 12 Şubatta Sofya'da düzenlenen Olağanüstü Ulusal Müslüman Konferansında yeniden seçilen Bulgaristan Müslüman Dini yönetimi sicile geçirilmiştir. Böylece Başmüftü olarak Mustafa Aliş Hacı ve Bulgaristan Müslümanları Yüksek İslam Şura Başkanı Şabanali Ahmed kanunen tanınmışlardır. Konuyla ilgili soruları Şabanali Ahmed cevapladı.

-Sayın Ahmet, Sofya İstinaf Mahkemesinin aldığı kararını nasıl değerlendireceksiniz?

-Öncelikle Bulgaristan Müslümanlarına bu kararın hayırlı olmasını temenni ediyorum. Dediğiniz gibi, 20 Nisan'da Bulgaristan İstinaf Mahkemesi 12 Şubat 2011 tarihli konferansla ilgili kararını açıkladı ve konferansın yasal olduğunu, hukuki zemini olduğunu ve tescil edilmesi gerektiğini açıklayarak, Sofya Şehir Mahkemesi'nin bir an önce kayıtlarına geçirilmesini istedi. Şimdi bu kararı değerlendirirken tam bir seneyi değerlendirmek lazım aslında. Bildiğiniz üzere 12 Mayıs 2010 tarihinden beri Bulgaristan'daki Müslümanlar çok ciddi sıkıntılara maruz kaldılar, had safhada sorunlar yaşadılar. 12 Mayıs'tan beri var olan bir düzen altüst oldu. Bulgaristan Müslümanlarını kimin temsil ettiği neredeyse şüphe altına girdi. Ve bu sıkıntılardan çıkmak için son olarak da 29 Kasım 2010’da Bulgaristan Başmüftülüğünün merkez binasının mühürlenmesi Müslümanları yeniden konferansa gitmelerine sevk etti. Bu çerçevede de 8 Aralık 2010 tarihli Şura oturumunda alınan kararla 12 Şubat'ta kongre yapılması kararlaştırıldı. Bununla beraber Bulgaristan'da bulunan encümenliklerden toplanılan 4 000 imzayla bu kongrenin bir an önce yapılması desteklendi. Bundan önce de 215 000 imza toplanarak bu problemin çözülmesi istenilmişti. Bütün bunlar göz önünde bulundurularak, 12 Şubat'ta biz bir konferans gerçekleştirdik ve orada oy birliğiyle Başmüftü, Yüksek İslam Şura Başkanı ve Şura üyeleri seçildi ve aynı anda tüzük değişikliği yapıldı. Konferansta alınan kararlardan sonra, biz Sofya Şehir Mahkemesine rutin prosedür olarak kayıt için başvurduk. Ama bir hafta, on gün içerisinde, Sofya Şehir Mahkemesi bize konferansın yasal olmadığı gerekçesiyle kararın bizzat Gencev tarafından, yani 1996 Şurası tarafından alınması gerektiğini söyleyerek reddetti. Ancak biz hep şunu söyledik, "96 Şurası şu an karar alabilecek pozisyonda değil. 96 Şurasından var olan mevcut üyelerin birçoğu vefat etmiş. Haliyle tüzüklerine göre Şura oturumu gerçekleştirememekteler. Onun için de biz, 96 yönetimini de 12 Şubat'ta yapılacak olan konferansa davet edelim ve adaylıklarını koysunlar, oylamada kim kazanırsa karşı taraf veya bütün Müslümanlar saygı duysunlar, devlet de bu kararları tanısın dedik. Maalesef, onlardan dört üyeden başka gelen olmadı. Bu gibi konferanslara Nedim Gencev zaten hiçbir zaman katılmamıştır. Onun için biz yaptığımız konferansı Sofya Şehir Mahkemesi reddedince İstinaf Mahkemesine temyize götürdük. Ve Mahkeme de bu gerekçeleri göz önünde bulundurarak, var olan imzaları ve 8 Aralık 2010 tarihinde alınan Şura kararını ve buna ilaveten 96 Şurasının hem 5 senelik olan dönemlerinin sona erdiğini ve karar alma durumlarının olmadığını göz önünde bulundurarak, son konferansı tescil etti, yürürlüğe soktu. Bu karar bizim için hakikaten önemli bir tarih ve gelişme. Bütün Müslümanlar muhtemelen rahat bir nefes alacaklar. Çünkü sonunda hak yerini buldu. Temenni ediyoruz ki, bu karar bütün Bulgaristan Müslümanlarına ve dünyadaki İslam alemine hayırlı olur.

-İstinaf Mahkemesi'nin kararı temyiz edilemez değil mi?

-Evet, bu karar temyize açık değil, kesin bir karar ve temyiz edilemez. En azından şu aşamada tescille ilgili uğraşacak sıkıntımız kalmadı. En kısa zamanda da kararla ilgili resmi yazışmaları tamamlayarak, görevimize başlamayı düşünüyoruz.

-Bulgaristan Müslümanlarının tarihinde belki de ilk kez Başmüftülük binası mühürlendi. Binanın kapıları ne zaman açılacak?

-Dediğim gibi zaten bizi konferansa götüren mesele Başmüftülüğün merkez binasının 29 Kasım 2010 tarihinde mühürlenmesi olmuştu. Bundan sonra acilenn bir konferans yapmamız gerekti. Çünkü bu bina böyle mahzun kalamazdı. Yıllardır bu bina Bulgaristan Müslümanlarının merkez kalesi olarak değerlendirilen, önem taşıyan, oradan Bulgaristan Müslümanlarının dini hakları savunulan veya dini ibadetlerine yön verilen, idare edilen pozisyondadır. Belki de Bulgaristan tarihinde Başmüftülük faaliyete geçeli böyle olay ilk defa olmuştur. Bu akıla gelmeyen olay herkesi çok üzdü. Başmüftülük binasına girişimizin en kısa zamanda olmasını düşünüyoruz. Sofya Şehir Mahkemesinden kaydımızı alır alamaz, ilk işimiz Bulgaristan'daki Başmüftülüğün merkez binasına girmek olacak. Bütün kış kapalı olduğundan içerde muhtemelen biraz hasar olmuş olacak. Kısa bir tamirattan sonra kısa bir zamanda yeniden işlerimize devam etmek niyetindeyiz.

-Bu arada, son aylarda bazı
bölge müftülüklerini Albay Nedim Gencev'in adamları zorla ele geçirmişti. Bununla ilgili ne yönde işlemleriniz olacak?

-Ele geçirilen sadece Filibe'deki Müftülük binasıdır. Maalesef bizim, elden kaçırdığımız, bir şekilde destek bulamadığımız, oradaki çevresiyle de biraz da siyasi güçle diyelim, Encümenlik ve Müftülük olarak da kaybetmiştik. Diğer birkaç yerde de kaybettiğimiz encümenlikler oldu. Vidin ve Rusçuk'ta da hafif problem yaşandı. Ama bütün hepsi bilinen durumdalar. İlk olarak biz, yeni encümenliklerimizi, 2011 konferansındaki kabul edilen tüzüğe göre, tescil edip, resmi olarak kargaşaya sebep vermeden devlet makamlarının  yardımıyla makamlarımıza girip çalışmalarımıza devam edeceğiz.

-Artık yasal bir yönetim olarak
gelecekte hedefleriniz nedir?

-Rutin olarak bildiğiniz üzere biz, bir senedir boğuşsak da, birçok işimizi bırakmadık. Hatta İstinaf Mahkemesinin kararı, bize hayırlı bir haftada geldi. Bu hafta Bulgaristan'da Kutlu Doğum Haftası olarak ilan edildi ve kutlanıyor. Biz etkinliklerdeyken bu hayırlı haberi öğrendik. Bu da bize bu hayırlı haftanın ikramı oldu diyebiliriz. Ama yasal olarak dediğiniz gibi bizim şimdi ilk yapacağımız iş, normal resmiyetimizi kazandıktan sonra bölge müftülerini tayin etmemiz olacak. Tüzüğe göre bu yetki Şuranın ve Şuraya verilen adaylıklar çerçevesinde bölge müftüleri atanacak. O bölge müftülerinin de malum yerleşim yerlerinde görevlerine başlayabilmeleri için gereken zemin sağlanacak. Bununla beraber artık o bölge müftülükleri ve Başmüftülük, rutin olarak yaptığı Kuran kursları, seminerler, diğer bütün çalışmalar, vakıf mallarının hepsi baştan sona gözden geçirilecek, çünkü elimizde ne var, ne yok, bir senedir satılan var mı, onların hiç birisini çok net olarak bilmiyoruz. O tablo bir kere çıkarılacak ve bundan sonra eldeki, avuçtakiyle bütün çalışmalara hızla devam edilecek.

- Biliyorsunuz Kırcaali Haber gazetesi olarak
Başmüftülüğün tüm problemlerini, tüm gelişmeleri biz anında dünyada yaşayan soydaşlarımıza, kardeşlerimize duyurmaya çalıştık. Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

-Kırcaali Haber bizim için önemli bir site ve bununla beraber bir gazete, çünkü hem internet sitesi olarak, hem gazete olarak Bulgaristan'da hizmet veren değerli bir haber ajansı. Demek istediğimiz şu, dün belki de birçok insan ilk olarak özellikle yurt dışındakilerin veya yurt içindekilerin birçoğu, Kırcaali Haber'den bu haberi duymuş oldular, Başmüftülüğün davasının kazanmasını öğrenmiş oldular. Bizim temennimiz, bu doğrultuda Kırcaali Haber Gazetesi hızla ve doğru haber yaparak devam etmesi, okuyucularına ulaşması ve kendilerine başarılar diliyoruz.

Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

22 Nisan 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

4 Mayıs 2011, Kırcaali Haber Gazetesi

понеделник, 15 януари 2024 г.

Şabanali Ahmed: "Sofya Şehir Mahkemesinin Müslüman Kurultayının tescilini yapmamak için hiçbir neden yok"

 


2009 yılında yapılan Bulgaristan Müslümanları Olağan Kurultayında Yüksek Şura Başkanı seçilen Kırcaali eski Bölge Müftüsü Şabanali Ahmed 12 Şubat 2011 tarihinde düzenlenen Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Kurultayında tüm delegelerin oyları ile yine aynı makama seçildi. Şabanali Ahmed, Kırcaali Haber Gazetesi muhabiri Resmiye Mümün'ün sorularını yanıtladı.

- Sayın Ahmed, 12 Şubat'ta Bulgaristan Müslümanları
nın Olağanüstü Kurultayı düzenlendi. Kurultaya katılım oranı nasıldı ve nereden misafirler katıldı?


- Öncelikle 12 Şubat 2011 tarihinde düzenlenmiş olan Bulgaristan Müslümanları
nın olağanüstü kurultayı tüm Bulgaristan Müslümanlarına hayırlı olmasını temenni ediyorum. İnşallah, neticeler, alınan kararlar Bulgaristan Müslümanları açısından faydalı olur ve daha rahat bir şekilde dini hayatlarını devam etmelerini sağlar. Bulgaristan Müslümanları Kurultayı bildiğiniz gibi olağanüstü bir kurultaydı. Son bir yıl içerisinde Başmüftülük sorunu çok ciddi bir boyuta ulaşmıştı. Başmüftülük binası da mühürlenince bundan bir buçuk yıl önce yaptığımız kurultaya rağmen yeni bir olağanüstü Kurultay yapmaktan başka çaremiz kalmadı. Bu kurultayın düzenlenmesi için tüm encümenliklerin imzası var. Bu doğrultuda 8 Aralık 2010 yılında düzenlenmiş olan Yüksek Şura oturumunda 12 Şubat 2011 tarihinde olağanüstü kurultayın yapılmasına karar verildi ve iki ay gibi kısa bir sürede hızlı hazırlıklarla 12 Şubat'ta kurultayı artık geride bıraktık. Bence güzel bir kurultay oldu. Katılım beklediğimizden iyi düzeydeydi. 1000 civarında delege katıldı. Onların dışında yurt içi ve yurt dışından 300 dolayında misafirlerimiz vardı. Bununla beraber uluslararası teşkilatlardan büyük ilgi gördü. Cumhurbaşkanı Pırvanov'tan, Başbakan Borisov'tan kutlama mesajları alındı. ABD Büyükelçisi dahil birçok ülke elçiliklerinin temsilcileri bizzat kurultayda bulundu. İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri adına danışmanı Saadettin Tayyip Bey kurultaya katıldı ve onun mesajını iletti. Mesajda Başmüftülük sorununu İslam Konferansının yakından takip ettiğini ve inşallah kurultayın bu konuda çözüm olması gerektiğini söyledi. Bununla beraber Uluslararası İslam Örgütü IRCICA Başkanı, Türkiye Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı da kurultaya katılan misafirler arasındaydı. Hemen bütün Balkan müftüleri bizzat iştirak ettiler. Bu katılım gösteriyor ki, artık herkes sorunun çözülmesini istiyor, Bulgaristan'ın Müslümanlar üzerinde baskı varmış görüntüsünü kaldırmak istiyor, ya da var olan sorunun birlik beraberlik içerisinde çözülmesini istiyor. Biz de kurultaydan önce zaten bunu söyledik ve kurultay günü de aynı mesajı verdik. Bu kurultay herkese açıktı. Hatta biz, Başmüftü ve ben delege değildik, misafiriydik. Misafir olarak da aday olduk ve güven aldık. Aynı şeyi bu görev için talip olan, ya da bu görevi kendisinin yürüteceğini söyleyen Gencev de gelip aday olabilirdi. Orada 1000 delegenin güvenoyunu alıp göreve seçilebilirdi.
Bu kurultaydan sonra temennimiz daha güzel bir şekilde çalışmaların devam etmesi ve Bulgaristan Müslümanları
na hayır ve huruz getirmesidir.

- Kurultayın düzenlendiği gün Gencev de bir
Başmüftü seçtiklerini ilan etti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Evet, aynı gün bizim kurultaya paralel olarak Gencev de Başmüftü seçtiğini ilan etti. Basından öğrendiğimiz kadar, bu seçim onun Şurası tarafından yapılmış. Sayın okurlarımıza şunu beyan etmek istiyorum ki, bir kere onun 25 kişilik Şurasından şu anda mevcut üye sayısı 11. Onun için 25 kişilik Şurasını toplaması mümkün değil, çünkü İstinaf Mahkemesi Gencev'in Şurasını yenileme talebini reddetti. Bu vesileyle onun iddia ettiği 25 kişilik Şura Başmüftü seçmedi. Yani orada yer alan 25 kişinin yarısı Şura Üyesi değildi. Bu çerçevede onun yaptığı sadece gündemi saptırmaktır. Gencev, yeni bir Başmüftü seçtik, diyerek Bulgaristan Müslümanlarının Genel Kurultayını gölgede bırakmak istiyor.

- Sayın Ahmet, ulusal ve uluslararası katılımı göz önünde bulundurursak, Sofya
Şehir Mahkemesi bu kurultayı tescil edecek mi?

- Sofya Şehir Mahkemesi
ne kurultayın tescili için dün /15.02.2011/ başvuru yapıldı. Tescilin yapılmaması için hiçbir sebep yok. Dediğiniz gibi hem ulusal, hem uluslararası arenada ilgiyi göz önünde bulundurursak, bununla beraber delege sayısını, yani rakam olarak ciddi manada katılımı göz önünde bulundurursak, buna ilaveten çok düzenli, tertipli ve Müslümanların bunu bizzat talep etmesi, bu sorunun çözümünü istemesi bizi hakikaten umutlandırıyor. Sofya Şehir Mahkemesi’nin sağduyuyla ve kanuna uygun olarak hareket ederek bu kurultayı tescil edip Müslümanlar arasında suni olarak yaratılan bu parçalanma gündemini ortadan kaldırmasını bekliyoruz.

- Kurultayı engellemek için Nedim Gencev savcılığa başvuracağını bildirmişti. Son aldığımız bilgilere göre, Kırcaali bölgesindeki delegeler kurultay günü Kırcaali Emniyeti adına
sahte davetiyeler almış. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

- 1990 yılından beri bir kurultay yapılıp da Gencev tarafından savcılığa verilmeyeni yok. Hepsi oradan geçiyor. Çünkü onun zaten başka bir işi de yok. Bu bakımdan
bu bizim için yeni bir haber değil. Ama diğer değindiğiniz konuyu ben Cuma akşamı öğrendim. Aslında umut ettiğim Bulgaristan Emniyeti, bu işin arkasını bırakmayacak. Polis adına imza yetkisini kullanarak, birilerine kurultay saatinde polise gelme davetiyesi gönderen kişinin kim olduğunun öğrenilmesini bekliyoruz. Asıl bu bize değil, Bulgaristan İçişleri Bakanlığına (MVR) ve Emniyetine yapılan büyük bir hakaret, büyük bir saygısızlıktır.

Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

16 Şubat 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi


петък, 12 януари 2024 г.

Abdülkadir Aptişev: "Türkçe okunmazsa, millet olarak kayboluruz"



Abdülkadir Aptişev, Kırcaali bölgesinde en gözde gelen Türk Dili ve Edebiyatı hocalarından biri. O, 1934 yılında Murgovo (Esmerli) köyünde dünyaya geldi. Halihazırda Kırcaali'de yaşıyor. Yıllar boyu Kırcaali ve yöresinde Türk çocuklarına ana dili öğretmenliği yaptı. Plovdiv (Filibe) Paisiy Hilendarski Üniversitesi Kırcaali Lyuben Karavelov Şubesi'nde Türkçe Bölümü kapanıncaya kadar ders verdi. Halihazırda ilerleyen yaşına rağmen ömrünü adadığı Türkçe sevdasıyla yaşıyor.


-Sayın Aptişev, gazetemizin okurlarına hayat hikayenizi kısaca anlatır mısınız?

- Kırcaali Pedagoji Mektebi
ni bitirdikten sonra yine aynı okulda iki yıl hocalık yaptım. Çünkü o zamanlarda Durgut Ragıp, Apturrahman Mehmed, Mehmed Mustafa gibi hocalarım haddim olmadan beni yanlarına aldılar. Bu okutmanlar üniversite mezunu değil de Nüvvap bitirmişlerdi ama yüksek eğitimlilere taş çıkartacak güçteydiler. Bir yıl da Türk Lisesi'nde okutmanlık yaptım. O sırada bu okulda Allah rahmet eylesin, şair İzzet Naim okuyordu. Sofya Üniversitesinde 1956-1961 yıllarında Türk Dili ve Edebiyatı ve Bulgar Dili ve Edebiyatı okudum. O sıralarda yerli Pedagoji Okulu hocalarımla birlikte "9. Sınıf Edebiyat ve Okuma" Türkçe ders kitabı çıkardık. Onu Türk çocuklarına yardımcı olması için aralıksız çalışarak hazırladık. Üniversiteyi ikmal edince Çiflik köyü okulunda yedi yıl müdürlük yaptım. O yıllarda çocuklar Türkçeyi büyük bir merakla okuyorlardı. Okulu genişletip, yatılı yaparak liseye dönüştürmeyi başardık. Hocam Ragıp Durgut Kırcaali Mitko Palauzov Lisesi'nden emekliye ayrılınca onun yerine sekiz yıl Türkçe öğretmeni olarak çalıştım. Daha sonra Bulgarlaştırma sürecine hazırlık döneminde Türkçe eğitimi kapatılmaya başlandı ve öğretmenler görevden alındılar. Bu yıllarda şehrin çeşitli liselerinde ve Rodopi Öğrenci Yurdunda toplam 18 yıl eğitmenlik yaptım. Emekliye ayrılınca 1998 yılından Momçilgrad (Mestanlı) İmam Hatip Lisesi'nde bir buçuk yıl müdür görevinde bulundum. Daha sonra eski Kırcaali Belediye Başkan Yardımcısı Yaşar Şaban'ın teklifiyle buradaki üniversitenin şubesinin Türkçe Bölümüne lektör olarak okutmanlığına getirildim. Türkçe Bölümü kapanıncaya kadar yaklaşık on yıl Türk Grameri ve pratik dersleri verdim. Ayrıca Kırcaali'de Türkçe basılan Yeni Hayat gazetesinin hazırlanmasında bir buçuk yıl yardımcı oldum. Orada şair-yazar Durhan Ali, Allah rahmet eylesin, gazeteci Seyit Kerim ve öğrencilerimizden Vicdan Ahmet ile beraber çalıştık. Türkçe Bölümünün kapatılması bence çok büyük bir hata, çünkü Kırcaali Türklerle meskun olan bir yer. Türk folkloru burada yaşıyor ve Türkçe okuyan üniversitelilerin halkla bağlantı kurmaları gerekiyor. Ne yazık ki, Türkçe öğretimi Plovdiv'e değiştirildi. Maksat apaçık ortadadır. Ben geçmiş yıllarımın çoğunu ana dilim Türkçeye adadım ve onun sevdasıyla da yaşıyorum.

-Türkçeye olan sevdanız nasıl doğdu? O zamanlarda da Türkçe okuma sıkıntısı yaşanıyor muydu?

-Tabii ki, bana Türkçe sevdasını
ana dili hocalarım aşıladı. Daha Murgovo'da ilkokulda bana Türkçe yazma ve okumayı Halil Hasan Hocam öğretti. Ayrıca Kur'an-i Kerim ve din dersleri de veriyordu. Çiflik'teki ortaokula kar kış demeden yaya gidip geliyordum. Orada ilk Türkçe hocam Durgut Ragıp idi. Onun mükemmel Türkçesi bana büyük etki verdi. O Türkçeye büyük önem veriyordu. Ülkede ana dilimizde basılan gazete, dergi ve kitapları hepimize satın aldırıyordu ve onları okumamız için ısrar ediyordu. Basılan şiir, hikaye ve romanları okuyup, kalem denemeleri yapıyorduk.
Türkçe
nin okunması için zamanında biz de çok mücadele ettik. Ben Sofya Üniversitesinde Türk ve Bulgar Dili okurken, o dönemin bilim adamları Prof. Pırvev ve Prof. Andreyçin'e "Bulgaristan'da Türkçe okutulmalı mı, okutulmamalı mı? diye sorduklarında ikisi de hemfikir olarak, "Bulgaristan'da Türkler var oldukça Türkçe okutulmalı" diyorlardı. Türkçe okunuyordu, fakat yıldan yıla sınırlandırılmaya başlandı. Çünkü bazı kendini bilmeyen kişiler, "Türkçe lüzumsuz, buradaki Türkleri Türkiye ile bağlamaya yardım ediyor" diye konuşuyorlardı. Ve iki devletteki Türk halkını birbirleriyle bağlamamak için Türkiye Türkçesi ile Bulgaristan Türkçesini ayırmaya çalışıyorlardı. Halbuki bizlere Bulgar Dilini okutan Andreyçin ve Sentaks derslerini veren Prof. Konstantin Popov da Bulgaristan Türkçesinin Türkiye Türkçesinden ayrılmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Hocalarımızın hepsi çok hazırlıklı okutmanlardı. Eski Türk Dili Edebiyatı hocamız, Allah rahmet eylesin, Rıza Mollov idi.

-Hocam, Türk çocuklarının
ana dilini okumamalarına sebep ders kitaplarının eksikliği mi? Bir de Türk TV kanallarını izlemekle çocuklarımız ana dilini öğrenebilir mi?

- Maalesef, hayır. Bizler yeterince öğretmen yetiştirdik. Hatırlıyorum da teknik ihtisaslı olan öğrencilere bile Türkçe diploması verdik. Tahminime göre, yaklaşık 800-1000 Türkçe öğretmeni hazırladık. Onlardan birçokları Türkiye'ye veya başka ülkelere göç ettiler. Gerçek şu ki, çocuklarımız
ana dilini okumak istemiyorlar, çünkü o küçümsetiliyor. Onlara "Siz Türkçe biliyorsunuz! Almanca, Fransızca okuyun" deniliyor. Son zamanlarda ise İngilizceye büyük önem veriliyor. Halbuki çocuklar ana dillerini iyi benimsemedilerse, yabancı bir dili doğru dürüst öğrenemezler. "Aç kapıyı, ört kapıyı!" öğrenmekle İngilizce veya başka bir dil öğrenilmiş sayılamaz. Ayrıca Türkçeyi iyi bilmek, iki komşu ülke arasında dostluk köprüleri kurulmasını sağlıyor. Türk kanallarının izlenmesi bu konuda yardımcılık yapıyor, ama Türk Dilinin bu şekilde bilim açısından öğrenilmesi mümkün değil. Oysa Türkçeyi ne pahasına olursa olsun korumalıyız. Bunun için de Türkçeyi okumak, okutmak ve öğrenmek gerekmektedir. Kitaplardan başka Türkçe gazetelerin basılması da önemli. Onlarda bilmece, masal ve çocukların dikkatini çekecek yazılar bulunmalıdır. Tek sözle, Türkçeye sahip çıkmazsak, millet olarak kaybolup gideriz. Çünkü dil bir milletin temel unsurlarından biridir. Onun için Türklüğü muhafaza etmek boynumuzun borcudur.

-Sayın Hocam, bu durumda,
ana dilimiz Türkçenin okunması için neler yapılmalı?

-Türkçe okutulmalı ve okunmalı ama şimdiki gibi paramparça değil. Türkçeyi okutmak için az çok araç gereç olması gerekiyor. Bizim Türkçe ders kitapları ise artık 18 yıllık ve helvacı defterinden beter oldular. Bu kitaplar acele çıkarıldı ve onlarla az veya çok birkaç yıl idare edildi, fakat o zamandan bu yana bir makalelik bile ders kitabı basılmamıştır. Yani
ana dilinin okutulması için biricik şart öğrencilerin ellerine ufak bir kitap vermektir. Onda yerli şair, yazar ve öğretmenlerin derlemiş olduğu yerli kişilerin ele aldığı hikayeler ve şiirler tanıtılmalı. Ders kitabının yerli uzmanlar tarafından hazırlanması gerekiyor. Bunun için yetişkin öğretmenlerin tecrübeleri alınabilir. İçerik olarak genellikle masallar, bilmeceler, türküler, efsaneler ama güzel Türkçe ile yazılmış eserler seçilip, çocuklara takdim edilmeli. Aksi takdirde eski ders kitabında görülen uygunsuz metinler olacak. Mesela, 3. veya 4. sınıfta mıydı, hatırlıyorum "Doldur nine yoğurdu!" diye bir metin vardı. Sözde Rodoplar için yazılmış ama Türk askerin Doğu'da savaş çilesini anlatıyordu. Yani bu kitapta Atatürk'ün resimleri atılıp, geride kalan konular hemen hemen Türkiye çocuklarına uygun bir şekilde verilmiştir. Bu kitaplar dil bakımından çocuklara yardım ediyor ama anlam, mana, ideolojik bakımından hayır. Çünkü çok yerlerde noksanlıklar var. Biz bunları zamanında izledik ve yeni kitap çıkarılmasını teklif ettik, fakat olmadı. Halbuki güzel doğa manzaralarıyla dolu bir kitapçık yeterlidir.

-Yazılı miras olarak gelecek nesillere ne bırakmak niyetindesiniz?

-Çok şey planlaştırdım ama hiç biri gerçekleştirilmedi. Bizden sonra gelecek nesillere, demin bahsettiğim 9. sınıf edebiyat kitabını, bir de 2000 yılında çıkan "Atatürk'ü Andık" kitabını bırakıyorum. Onun baskı sayısı 1000 adet, fakat okurlara yeterli olmadı. Sponsor bulabilirsek, daha en az 500 adet basılsa çok iyi olacak. Amacım "Oreşnitsalı
(Hasımlar) şair Ferhat'ın tüm eserlerini ve 1922 yılında Kırcaali'de basılan Atatürk Destanını kitap halinde yayınlamak. Her şeyi sağlığıma ve zamana bırakıyorum.

Söyleşi: Resmiye MÜMÜN

8 Şubat 2011, Kırcaali Haber Gazetesi Sitesi

23 Şubat 2011, Kırcaali Haber Gazetesi